Tevhid Kitap

Soru Sorma Adabı

Soru Sorma Adabı; İlim Hazinesini Açacak Anahtar

Allah'ın adıyla.

Bizleri yeni bir sayıyla buluşturan, 'Din nasihattir' vazifesini yerine getirmemize olanak sağlayan ve bizleri dininde kardeş kılan Rabbimize hamd olsun. Salât ve selam, Nebimiz Muhammed Mustafa'ya, onun temiz ailesine, ashabına ve kıyamete kadar tâbilerinin üzerine olsun.

Allah'ın (cc) insan üzerindeki sayısız nimetlerinden biri, öğrenmeyi ve öğretmeyi ona kolaylaştırmış olmasıdır. İnsana öğrenmeyi farz kılan din sahibi[1], öğrenme araçları noktasında ona yol göstermiştir. Kimi zaman direkt Allah'ın öğrettiğini, kimi zaman insanın okuyarak ya da kalemle yazarak öğrendiğini ve Peygamberlerin birer öğretici olduğunu kitabında belirtmiştir. Öğrenme araçlarından biri de yazımızın konusu olan 'soru sorarak' öğrenmektir.

Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

"Eğer bilmiyorsanız, o hâlde zikir ehline/bilenlere sorun." [2]

"Senden önce gönderdiğimiz elçilerimizden sor: Biz Rahman'dan başka kulluk edilecek ilahlar kılmış mıyız?" [3]

"Bir sefere çıkmıştık, bizden bir adama taş değdi ve başını yardı. Sonra bu zat ihtilam oldu. Arkadaşlarına: 'Benim teyemmüm etmeme ruhsat var mı?' diye sordu. 'Sen suyu kullanabilirsin, sana (teyemmüm için) ruhsat bulmuyoruz.' dediler. Adam yıkandı, akabinde de öldü. Peygamberin huzuruna geldiğimizde bu hâdise (kendisine) haber verildi. Bunun üzerine Rasûlullah:

'(Fetvayı verenler) onu öldürdüler, Allah da onları öldürsün. Bilmediklerini sorsalardı ya! Cehaletin ilacı ancak sormaktır. Onun teyemmüm etmesi, yarasının üzerine bir bez bağlayıp sonra üzerine meshetmesi ve vücudunun geri kalan kısmını da yıkaması ona yeterdi.' diye buyurdu.'' [4]

İlim öğrenme ve öğretme yollarından biri soru sormaktır. Rabbimiz, sahabeye bir şeyler öğretmek istediğinde semadan melek göndermiş, Rasûlü'ne sorular sordurarak sahabesini eğitmiştir. Cibril yolculuk hâlindeki bir insan suretinde Allah Rasûlü'nün meclisini şereflendirmiş, ona (sav) iman, İslam, ihsan ve kıyametten soru sormuştu. Allah Rasûlü (sav) sorularını cevapladıktan sonra onu tasdik etmiş ve meclisten ayrılmıştı. Nebi (sav): 'O, Cibril'di. Size dininizi öğretmek için geldi' [5] diyerek sahabe için karanlık kalan bir noktayı aydınlatmıştı.

Allah Rasûlü (sav) bir şeyin kalplerde ve zihinlerde yerleşmesini ve kalıcı olmasını istediğinde ashabına soru sorar, bazen de konuyu onların soru soracağı şekilde anlatır, konuya dair sorulan soruları cevaplardı.

"... 'Müslüman kimdir, biliyor musunuz?' diye sordu. Onlar da: 'Allah ve Rasûlü daha iyi bilir!' dediler. 'Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir.' buyurdu. Sonra: 'Mümin kimdir?' diye sordu. 'Allah ve Rasûlü daha iyi bilir.' dediler. Bunun üzerine şunları söyledi: 'Müminlerin canları ve malları hususunda kendisinden emin olduğu kimsedir.'' [6]

Bir başka meclisinde Müslüman şahsiyetin özelliklerini belirtmek maksadıyla şöyle sordu:

"Ağaçlar arasında bir ağaç vardır ki yaprağı dökülmez. Bu ağaç Müslümana benzer. Bana bu ağacın ne olduğunu söyleyiniz. İnsanlar çöl ağaçlarını saymaya başladılar. (Abdullah bin Ömer diyor ki:) Aklıma onun hurma ağacı olduğu geldi. Ancak utandığımdan bunu söylemedim. Daha sonra sahabe: 'Ey Allah'ın Rasûlü, onun ne olduğunu bize bildir.' dediler. Bunun üzerine: 'O hurma ağacıdır.' buyurdu.'' [7]

Bazen bilindik kavramlarla ilgili sorular sorar, insanların verdikleri cevapların aksine bir cevapla onları şaşırtır ve ahiret bilincinin yerleşmesini sağlardı.

"Müflis kimdir, biliyor musunuz? diye sordu. Sahabe: 'Bizim aramızda müflis, parası ve malı olmayan kimsedir.' dediler. Rasûlullah:

'Şüphesiz ki ümmetimin müflisi, kıyamet günü namaz, oruç ve zekat sevabıyla gelip, fakat şuna sövüp, buna zina isnad ve iftirası yapıp, şunun malını yiyip, bunun kanını döküp, şunu dövüp, bu sebeple iyiliklerinin sevabı şuna buna verilen ve üzerindeki kul hakları bitmeden sevapları biterse, hak sahiplerinin günahları kendisine yükletilip sonra da cehenneme atılan kimsedir.' buyurdular." [8]

İnsanları salih bir amele teşvik etmek istediğinde sorular sorarak onları meraklandırır, istek uyandırırdı.

"Rasûlullah: 'Sizden kim evine döndüğü zaman üç adet gebe, iri, semiz deve bulmayi istemez?' diye sordu. 'Hepimiz isteriz' diye cevap verdik. 'Öyle ise, kim namazda üç ayet okusa bu ona, üç iri ve semiz deveden daha hayırlıdır' buyurdu.'' [9]

Soru soran ashabına cevap verir, öğrenmeye hazır olan o şahsa yeni sorular sorarak öğrenme merakını tetikler ve yeni bilgiler öğretirdi. Muaz bin Cebel bir gün Rasulullah'a soru sordu:

" 'Beni cehennemden uzaklaştırıp cennete sokacak bir amel söyle!' Allah Rasûlü şöyle cevap verdi:

'Allah'a ibadet eder, O'na hiçbir şeyi ortak koşmazsın, namaz kılarsın, zekat verirsin, Ramazan orucunu tutarsın, Beytullah'a hacc yaparsın.'

Muaz'ın sorusu cevaplanmıştır. Ancak öğrenmeye meraklı bu sahabiye Allah Rasûlü sorular sormaya başlamıştır:

'Sana hayır kapılarını göstereyim mi?' dediler. 'Evet ey Allah'ın Rasûlü' dedim. 'Oruç (cehenneme) perdedir; sadaka hataları yok eder, tıpkı suyun ateşi yok etmesi gibi. Kişinin geceleyin kıldığı namaz salihlerin şiarıdır.' buyurdular.

Sonra soru sormaya devam etti:

'Bu işin başını, direğini ve zirvesini sana haber vereyim mi?' 'Evet, ey Allah'ın Rasûlü!' dedim. 'Dinle öyleyse!' buyurdu ve açıkladı: 'Bu dinin başı İslam'dır, direği namazdır, zirvesi cihaddır!' Sonra şöyle devam etti: 'Sana yaptığında bütün bunları elde edeceğin bir şeyi haber vereyim mi?' 'Evet ey Allah'ın Rasûlü!' dedim. 'Şuna sahip ol!' dedi ve eliyle diline işaret etti.'' [10]

Öğrenme ve öğretmede soru sormanın önemine dair selef-i salihinden inci mesabesinde değerli sözler nakledilmiştir.

Abdullah ibni Abbas'a elde ettiği geniş ilmin sebebi sorulduğunda şöyle der: 'Soru soran bir dil ve akleden bir kalple bu ilmi elde ettim.'

Abdullah ibni Mesud (ra) şöyle der: 'İlmi anlamak soru sormakla, arttırmak ilmi talep etmekle mümkündür. Bilmediğini öğren, öğrendiğinle amel et.'

İbni Şihab ez-Zühri der ki: 'İlim bir hazinedir, onu açacak anahtar soru sormaktır.'

Soru Sormayı Yasaklayan Naslar

Bu nasların yanında soru sormayı hoş görmeyen, çokça soru sormayı yasaklayan ve kınayan naslar da mevcuttur.

"Ey iman edenler, size açıklandığında sizi üzecek şeyleri sormayın; Kur'an indirildiği zaman sorarsanız, size açıklanır. Allah onu affetti. Allah bağışlayandır, (kullara) yumuşak olandır." [11]

"Herhangi bir konuyu size emredip yasaklamadığım sürece, siz de beni kendi hâlime bırakınız. Sizden önceki ümmetleri, çok sual sormaları ve Peygamberlerine karşı münakaşaya dalmaları helâk etti. Size herhangi bir şeyi yasakladığım zaman ondan kesinlikle sakınınız, bir şeyi emrettiğimde de onu, gücünüz yettiği ölçüde yerine getiriniz" [12]

"Allah bazı farzlar koydu. Siz onları zayi etmeyin. Bazı sınırlar koydu, bunları da aşmayın. Bazı şeyleri haram kıldı, onlara yaklaşmayın. Bazı şeyleri de unutmaksızın, hükmünü belirtmeden bıraktı. Onları da (farz mı, haram mı diye) araştırmayın." [13]

Allah'ın şeriatı arasında çelişki olmaz. Dinin kaynağı bir olduğundan, onun emir ve yasakları arasında uyum vardır. Yazının girişinde kaydettiğimiz soru sormayı öven naslarla soru sormayı yasaklayan naslar farklı konulara temas etmektedir. Birinci grupta ilim öğrenmeye ve salih amele vesile olan övülen soruya, ikinci grupta zikredilen naslarsa bu amaca hizmet etmeyen yerilmiş soruya işaret edilmiştir.

Başka bir ifadeyle diyebiliriz ki;

İslam soru sormayı, bazı kayıtlarla sınırlamış, bir kurala bağlamıştır. Bu kurallara soru sorma adabı diyebiliriz. Adaba riayet edilerek soru sorulduğunda övülen naslara, adaba riayet edilmediğinde ise yerici naslara muhatap olur insan.

Aşağıda soru soran kişinin kaçınması gereken noktalara temas edilecektir. Kur'an, Sünnet ve Selef-i Salih'in tavsiyeleri ışığında derlenmiş olan bu başlıklara riayet edildiği takdirde; soru sormak bir fazilet, kurallara riayet edilmediğindeyse olumsuz bir ahlak olarak var olacaktır.

1. Hazırlıksız, Rastgele Soru Sormaktan Kaçınmak

Soru soran kişi sorusunu güzel şekilde hazırlamalı ve toparlanmış bir şekilde muhatabına sormalıdır. Özellikle toplu meclislerde hazırlıksız sorulan sorular gereksiz uzatmalara sebep olmakta, ortamda bulunanları ve soru sorulan kişiyi rahatsız etmektedir.

'Allah muhsin kullarını sever', 'Allah muhsinlerle beraberdir' mealindeki ayetler, 'Allah, bir iş yapıldığında ihsan üzere/en güzel şekilde yapılmasından hoşnut olur' gibi hadisler insanları her işte ihsana sevk ettiği gibi; soru sormada da ihsana sevk etmektedir.

Vehb bin Münebbih ve Süleyman bin Yesar'dan nakledildiğine göre: 'Güzel soru sormak ilmin yarısıdır.' [14]

Sorunun güzel sıfatına sahip olup akabinde ilim ortaya çıkması için sorunun rastgele olmayıp, bir hazırlık sonucunda sorulması gerekir. Bunun için soruyu yazıya dökmek ve soru öncesinde düşünmek sorunun güzelleşmesine ve rastgele olmaktan kurtulmasına yardımcı olacaktır.

2. Soru Sorarken Nezaket Kurallarının Dışına Çıkmamak

Allah Rasûlü (sav) büyüklere saygılı olmanın zorunluluğuna dair bir hadisinde şöyle buyurmuştur:

"Büyüklerimize saygılı olmayan, küçüklerimize merhamet etmeyen bizden değildir." [15]

Meclislerde kendilerine ilmî sorular yönelttiğimiz ilim adamları, komutanlar ve İslam cemaatinin işlerinden sorumlu insanlar yaş veya rütbe yönünden büyüklerimizdirler. Soru sorarken hitap şeklimiz, kullandığımız ifadeler ve üslubumuza dikkat etmeli, nezaket kurallarının dışına çıkmamalıyız.

Sıkça karşılaştığımız bazı nezaketsizliklere örnek verecek olursak şunları söyleyebiliriz:

• Soru sorulan kişide anlama özrü varmış gibi sürekli bir şekilde 'Anladın mı?' gibi ifadeler kullanmak. Bu ifade karşımızdakinde anlama sorunu olduğu izlenimi uyandırır ve rahatsızlık verir. Bunun yerine kişinin anlatamamış olabileceğini ifade eden 'Anlatabildim mi?' gibi bir cümle seçilebilir.

• Sorunun anlaşılması için soru sorulan şahsı örneğe dahil etmek. Nikah, suçlar ve uygulanan hadler, alışveriş hukukuna dair meselelerde soru sorulanı örneğin parçası hâline getirmek nezakete uygun bir davranış değildir.

• 'Ben konuyu araştırdım birde sizden dinlemek istiyorum', 'Şayet bilginiz varsa bizi aydınlatın', 'Kendimden ziyade arkadaşlar için soruyorum' vb. çoğu zaman cahil ve kibirli insanların cehaletlerini gizledikleri sahte bir kılıftır. Oysa bilmemek ayıp değil, cehaleti gidermek için sormamaktır ayıp olan.

3. Faydasız Bilgi İçeren Sorulardan Kaçınılmalıdır

Allah Rasûlü'nün (sav) sürekli yaptığı dualardan bir tanesi de faydasız ilimden Allah'a (cc) sığınıp; faydalı olanı Allah'tan istemesidir.

"Allah'ım! Faydasız ilimden, korkmayan kalpten, doymayan nefisten ve icabet edilmeyen duadan sana sığınırım" [16]

Sahabesine de böyle dua etmelerini emrederdi:

"Allah'tan faydalı ilim isteyip, faydasız ilimden Allah'a sığınınız." [17]

Soru sormak ilme vesile olup, ilim hasıl edecekse faydalı; üzerine bilgi bina edilmeyecekse faydasız ilim kapsamındadır. Mümin geveze değildir. Konuşmak olsun diye konuşmaz, iş olsun diye soru sormaz.

Allah Rasûlü (sav) böylesi sorulardan hoşlanmaz, öfkesini belli edecek kadar sinirlenirdi. Böylesi faydasız soruların önceki milletleri helak ettiğini söyler, ashabını sakındırırdı.

"Peygambere, hoşlanmadığı bazı şeyler soruldu. Bu sorular çoğaltılınca öfkelendi. Daha sonra insanlara: 'Bana istediğinizi sorun!' buyurdu. Birisi ayağa kalkıp: 'Benim babam kimdir?' diye sordu. Peygamber: 'Baban, Huzeyfe'dir' buyurdu. Ömer (ra), Rasûlullah'ın yüzünde öfke görünce: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Biz, Allah'a tevbe ediyoruz.' dedi."

Bir başka rivayette Enes (ra) şöye anlatır olayı:

"Gerçekten Rasûlullah'ın sahabilerine bu günden daha şiddetli bir gün gelmedi. Herkes başlarına elbiselerini örttüler ve içten gelen bir inlemeyle ağlıyorlardı. Derken Ömer ayağa kalkarak: 'Biz Rabb olarak Allah'a, din olarak İslam'a, Peygamber olarak Muhammed'e razı olduk.' dedi." [18]

Fakir birinin borsanın hükmünü sorması, ticaret yapmayan birinin ticari konulara merak sarması, bekarın talak ahkamına yönelik sorular yöneltmesi bu kapsamdadır. Çoğu zaman şeytan, insanı kendisini ilgilendirmeyen şeylerle meşgul eder. Böylece insanı asıl sorumluluklarından alıkoyar.

"Kedisini ilgilendirmeyen şeyleri terk etmek kişinin İslam'ının güzelliğindendir." [19]

Şaz konuları sormak da doğru değildir. Faydasız olduğu gibi, sorulanı da sıkıntıya sokar. Çoğu ilim adamı şaz meseleler hakkında konuşmak istemez. İmam Evzai (rh) der ki: 'Allah, bir kulunu ilmin bereketinden mahrum etmek istediğinde onun dilinde ağluta (şaz) cinsinden soruları çoğaltır.' [20]

4. Henüz Olmamış Şeyleri Sormaktan Kaçınılmalıdır

Bir şeye hükmetmek, onu doğru tasavvur etmekten geçer. Doğru algılanıp, etraflıca kuşatılmayan bir meselede hüküm vermek yanlış sonuçlar doğurabilir. Olmamış bir hâdise üzerine konuşmak, tam anlaşılmamış ve etraflıca tetkik edilmemiş bir mesele hakkında hüküm vermek demektir. Selef-i Salih'in böylesi sorulardan hoşlanmaz, soru sahiplerini terslerlerdi.

İbni Ömer (ra):

"Olmamış şeylerden sormayın. Ben Ömer'i 'Allah olmamış şeyleri sorana lanet etsin' derken işittim." [21]

Zeyd bin Sabit (ra) ve Ammar bin Yasir'e (ra) bir soru sorulduğunda 'Bu oldu mu?' diye sorardı. Oldu derlerse bildiği şekilde cevap verirlerdi. Olmadı dediklerinde 'bırakın olduğunda sorarsınız' derdi.[22]

 

5. İnsanları Sıkıntıya Sokmak için Soru Sorulmamalıdır

 

İnsan bilgi edinmek için soru sormalıdır. Karşıdakini sınamak, zora sokmak veya ona eziyet verecek herhangi bir sebepten ötürü soru sormamalıdır. Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona eziyet etmez, zulmetmez, sıkıntı vermez.

Hasan-ı Basri (rh) der ki: 'İnsanlar'ın en şerlileri, şerli sorularıyla Allah'ın kullarını zora sokanlardır.' [23]

Kişi soru sorarken insanlar onun niyetini bilmeyebilir. Âlemlerin Rabbi olan Allah (cc) açık ve kapalı her şeyin bilgisine sahiptir. İnsanları amelleriyle yargıladığı gibi, niyetleriyle de yargılar. Mümin ameline dikkat ettiği gibi niyetine de dikkat etmelidir.

 

6. Allah'ın Bir Emri Öğrenildiğinde Teslim Olunmalı, Soru Sormak Suretiyle Emre Karşı Çıkmamalıdır

 

Kişi İslam olduktan sonra dinini öğrenmek ona farzdır. Dinini öğrendikçe yeni hükümlere muhatap olur. Bazısı insana kolay gelir, bazısı ise insanı zorlar. Allah'ın (cc) emirlerinden insanı zorlayan ve hevasına uymayanlar karşısında farklı reaksiyonlar gösterir insan. Bunların en bilindik olanı şeytanın sağdan yaklaşması neticesinde meseleyi daha iyi anlamaya çalışıyormuş gibi sorular sordurmasıdır.

Bakara suresinde anlatılan inek kıssası bunun güzel örneklerindendir.

"Bir zamanlar, Musa halkına: 'Dinleyin! Allah bir sığır kurban etmenizi emrediyor' demişti. Onlar: 'Sen bizimle alay mı ediyorsun?' dediler. Musa da: 'Cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım' demişti. Onlar: (Madem öyle) 'Ey Musa! Rabbine bizim için sor da, bunun nasıl bir kurbanlık olacağını bize açıklasın' dediler. Musa: 'Bakın dedi, o ne yaşlı, ne körpe, ama ikisi arasında orta yaşta bir sığır olmasını istiyor. O hâlde size verilen emri yerine getirin!'. Onlar: 'Rabbine bizim için sor da, onun renginin nasıl olacağını bize açıklasın' dediler. Musa'nın cevabı şu oldu: 'Allah, kurbanın sapsarı parlak renkte, bakanlara zevk veren bir sığır olmasını istiyor.'
Onlar, yine demişlerdi: 'Rabbine bizim için sor da, o kurbanlığın nasıl olacağını bize daha açık bildirsin. Çünkü bize göre, sığırlar birbirine benzer ve sonra Allah dilerse emredileni yapabiliriz.' Musa'nın cevabı şu oldu: 'Allah o kurbanın, ne boyunduruğa koşulup arazi süren ve ne de ekin sulayan bir hayvan olacağını; kusursuz ve alacasız bir sığır olmasını istiyor.' Onlar: 'İşte sonunda gerçeği bildirdin.' dediler. Bunun üzerine o ineği güç bela bulup boğazladılar, az kalsın bunu yapmayacaklardı." [24]

Musa (as) onlara bir inek kesmelerini emrettiğinde bunu yapsalardı herhangi bir inek yeterli olacaktı. Onlar soru sorarak Allah'ın emrine teslimi geciktirdikçe, Allah (cc) şartları ağırlaştırdı. Neredeyse inek bulamayacak ve emri yerine getirmediklerinden dolayı helak olacaklardı. Oysa soru sormayı bir kenara koyup muhatap oldukları emri yerine getirmiş olsalar durum çok daha farklı olacaktı.

"Eğer gerçekten biz, onlara 'Kendinizi öldürün ya da yurtlarınızdan çıkın' diye yazmış olsaydık, onlardan az bir bölümü dışında, bunu yapmazlardı. Onlar, kendilerine verilen öğüdü yerine getirselerdi, bu şüphesiz onlar için hayırlı ve daha sağlam olurdu. Biz de onlara, o zaman yanımızdan büyük bir ecir verirdik. Ve onları mutlaka dosdoğru yola yöneltip-iletirdik." [25]

Allah'ın emirlerini insan için kolaylaştıran teslimiyet; zorlaştıransa soru sormak vb. yollarla emre karşı gelmektir. Mümin bir hakikati öğrendiğinde gücü nispetinde onu yapmaya çalışmalı, işi yokuşa sürmemelidir.

 

7. Açık Meseleler Hakkında Soru Sorulmamalıdır

 

İslam'ın açıkça ortaya koyduğu ve dinde zorunlu bilinen meseleler hakkında soru sorulmamalıdır. Bu tip konulara yönelik sorular, soru olmaktan ziyade sorgulama kapsamındadır ve Rasûlullah (sav) tarafından hoş karşılanmamıştır.

"Allah Rasûlü, Hüzeyl kabilesinden kavga eden iki kadın hakkında karar vermişti. Birisi diğerine taş atmış ve taş karnına çarparak hamile olan kadının karnındaki bebeği öldürmüştü. Bunun üzerine Allah Rasûlü'nün huzurunda davalaştılar. O, 'Köle erkek veya kadının kan bedelinin yirmide biri miktarı diyet' hükmü verdi. Cezaya çarptırılan kadının velisi, 'Ey Allah Rasûlü! Yemeyen, içmeyen, konuşmayan, doğarken bir çığlık bile atmayan bir şeyden dolayı nasıl olur da cezaya çarptırılırım. Böyle bir şey hederdir' dedi. Allah Rasûlü: 'Bu adam olsa olsa kâhinlerin kardeşlerindendir.' dedi." [26]

Diyetler, akıl ile belirlenmez. Şeriat sahibi belirler ve Müminlere düşen teslim olmaktır. Davalı şahıs, doğmamış bebeğe diyet ödenmesinin doğru olmadığı, yaşamayanın diyeti olmayacağını düşündü. Ancak bu Mümince bir tavır değildi ve Allah Rasûlü (sav) tarafından hoş karşılanmamıştı.

"Bir kadın, Aişe annemize: 'Hayızlı kadının namazı kaza etmeyip, orucu kaza etmesinin nedeni nedir?' diye sordu. Bunun üzerine Aişe annemiz: 'Sen Haruralı mısın?' diye tepki gösterdi ve 'Biz Rasûlullah yanında hayız olurduk, namazı kaza etmezdik ve onu kaza etmekle de emrolunmazdık!' dedi." [27]

Harura Haricilerin memleketidir. Aişe annemizin bu sorusu da bir kınama ifadesidir. Çünkü şeriat sahibi 'La yusel'dir. İnsanlar, onun hükümlerini birbirine kıyaslayıp sonuç çıkarmaya kalktıklarında sınırı çiğnemiş, hadlerini aşmış olacaklardır.

 

8. Hükmü Açıklanmamış Meseleler Hakkında Soru Sorulmamalıdır

 

Allah (cc) ihtiyacımız olan hükümleri bizlere açıklamış, hakkında hüküm beyan etmedikleriniyse unuttuğundan değil, merhametinden hükümsüz bırakmıştır.

"Allah bazı farzlar koydu. Siz onları zayi etmeyin. Bazı sınırlar koydu, bunları da aşmayın. Bazı şeyleri haram kıldı, onlara yaklaşmayın. Bazı şeyleri de unutmaksızın, hükmünü belirtmeden bıraktı. Onları da (farz mı, haram mı diye) araştırmayın." [28]

Kişi beyan edilenle yetinmeli, sorularıyla olayların tafsilatına girmemelidir. Allah Rasûlü (sav) bu ahlakın suç olduğunu ifade etmiştir.

"Müslümanların cürüm bakımından en büyüğü, hakkında yasak bulunmayan bir şeyin hükmünü sorup da, bu sorusuyla o şeyin haram kılınmasına sebep olan kimsedir." [29]

Haccın farziyetine dair aşağıda zikredeceğimiz rivayet, konuya dair pratik bir örnek teşkil etmektedir.

Allah Rasûlü (sav):

" 'Ey Müslümanlar! Allah size haccı farz kıldı, haccedin!' buyurdu. Sahabilerden biri: 'Her sene mi, ey Allah'ın Rasûlü?' diye sordu. Peygamber, adam sorusunu üç defa tekrarlayıncaya kadar cevap vermeyip sustu. Sonra şöyle buyurdu:

'Eğer evet deseydim, her sene haccetmeniz farz olurdu, siz de onu yerine getiremezdiniz!' Sonra sözlerine devamla: 'Herhangi bir konuyu size emredip yasaklamadığım sürece, siz de beni kendi hâlime bırakınız. Sizden önceki ümmetleri çok sual sormaları ve Peygamberlerine karşı münakaşaya dalmaları helâk etti. Size herhangi bir şeyi yasakladığım zaman ondan kesinlikle sakınınız, bir şeyi emrettiğimde de onu, gücünüz yettiği ölçüde yerine getiriniz.' dedi." [30]

◆◆◆

Buraya kadar saydıklarımız soru sorma adabına dair söyleyeceklerimizdir. Selefimizin ilmin yarısı olarak kabul ettiği ve ilim hazinelerini açan bir anahtar olan soru sormak; adabına riayet edildiğinde inananlar için bir nimet olur. Öğrendikleri, öğrettikleri ve kendisiyle faydalı ilmi yaydıkları bir araca dönüşür. Adabına riayet edilmediğindeyse sahibini günaha sokan, sorulana eziyete dönüşen ve meclislerde rahatsızlık sebebi olan bir zulme dönüşür.

İnsana Kur'an'ı, kalemle yazmayı, lisanla konuşmayı öğreten Allah'ım! Bizleri faydalı olan ilme muvaffak kıl, faydasız ilimden muhafaza eyle.

 

Bu Yazı Tevhid Dergisinin 56. Sayısında Yayınlanmıştır.

 


[1]       .     'İlim talep etmek her Müslüman erkek ve kadının üzerine farzdır' (İbni Mace, 224.)

 

[2]       .     21/Enbiya, 7

 

[3]       .     43/Zuhruf, 45

 

[4]       .     Müsned, 3056; Ebu Davud, 336.

 

[5]       .     Buhari, 50; Müslim, 8.

 

[6]       .     Müsned, 6925.

 

[7]       .     Buhari, 51.

 

[8]       .     Müslim, 2581.

 

[9]       .     Müslim, 802.

 

[10]    .     Tirmizi, 2619.

 

[11]    .     5/Maide, 101

 

[12]    .     Buhari, 7288; Müslim, 412.

 

[13]    .     Sünen-i Kübra; Beyhaki, 19725.

 

[14]    .     Camiu'l Beyani'l İlmi ve Fadlihi 1/381.

 

[15]    .     Müsned, 2329; Tirmizi, 1919.

 

[16]    .     Müslim, 2722.

 

[17]    .     İbni Mace, 3843.

 

[18]    .     Buhari, 540.

 

[19]    .     Tirmizi, 2317.

 

[20]    .     Camiu'l Beyani'l İlmi ve Fadlihi 2/1073.

 

[21]    .     Sünen-i Darimi, 123.

 

[22]    .     A.g.e 124-125.

 

[23]    .     Camiu'l Beyani'l İlmi ve Fadlihi 2/1073.

 

[24]    .     2/Bakara, 67-71

 

[25]    .     4/Nisa, 66-68

 

[26]    .     Buhari, 5758.

 

[27]    .     Buhari, 416.

 

[28]    .     Sünen-i Kübra; Beyhaki, 19725.

 

[29]    .     Buhari, 7289; Müslim, 2358.

 

[30]    .     Müslim, 1337.